Kist gitti küfür duyuldu

Daha önce de dediğim gibi Can Yücel'in ne dediği pek anlaşılmazdı. O kendine has boğuk sesiyle, adeta yeleli bir aslan gibi gürleyerek konuşur ve ne dediğini kimse pek anlayamazdı! İşin şakası, belki de bu yüzden herkesten daha rahat küfür ederdi Can usta! Fakat onun 90'lı yıllardaki yayıncısı Mustafa Aksoy bir gün telefonda bana şu müjdeyi verdi: "Cihan, Can Baba'nın konuşmaları bundan sonra daha iyi anlaşılacak! Meğerse adamcağız yıllardır elmaya yakın büyüklükte bir kistle yaşıyormuş da haberi yokmuş, az önce Ankara'da bir ameliyatla o kisti aldırdık. Bundan sonra ne dediğini daha iyi anlarız!.." Can Baba'nın, konuşmasına bile etki eden bu kisti alındıktan sonra konuşmaları biraz daha anlaşılır oldu olmasına ama ettiği küfürlerde herhangi bir şey değişmedi. Hatta küfürler daha anlaşılır bir hale gelince de pek iyi olmadı. Süleyman Demirel kendisine ettiği bir küfür nedeniyle Can Baba'ya o vakitler dava bile açmıştı, anımsarsanız! Can Baba, Demirel'in kendisini affedeceği yolunda çıkan haberler üzerine "Alavara" adlı kitabında o vakitler "Özrü Kabahatinden Büyük" adlı şu şiiri yazmıştı:

Ben kahraman değilim

Demirel beni affedecekmişse
Kolay gelsin!
Benim endişem,

Ya beni affetmeden önce
Eceli gelip ölürse...
Ama onu affetmeye benim

Sıkletim yetmez
Ne de cesedim...

...Seni İmzalamak İstiyorum!


Can Baba'yla İstanbul'daki ortak bir imza günündeyiz... Oldukça dekolte giyinmiş genç ve alımlı bir kız, yanındaki sevgilisine sarmaş dolaş bir halde, elindeki kitabı imzalatmak için Can Baba'ya uzattı. Kızı baştan aşağı uzun uzun süzen Can Baba sakallarını çekiştire çekiştire konuştu: "Yavrum, ben bu kitabı değil, seni imzalamak istiyorum şimdi seniiiiii!.."
Ben artık ciddi anlamda onun spontane çevirmenliğini yaptığım için ne dediğini bir çırpıda anlamıştım ama Can Baba'nın boğuk sesiyle ne dediği çevredekiler tarafından her zamanki gibi gene pek anlaşılamamıştı. Daha doğrusu öyle sanmıştık ki... Baba'nın ne dediğini gayet iyi anlamış olan genç kız sevgilisine daha da sıkı sarılarak cevap verdi: "Ay Can Baba ilahiii, ama burda da olmaaaaz kiiii!.."
Can Baba'ya bir kitabını imzalatmak için gösterdiğim çaba apayrı bir macera konusudur. Babaya ne zaman bir kitabını imzalatmak istesem kafası o anda iyi olduğu için bunu bir türlü başaramıyorduk. Sayısız denemem başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Kitabı ben tutuyordum ama Sevgili Can usta, epeyce bir richter ölçeğinde sallandığından elindeki kalemle kitabı bir türlü tutturamıyordu. En sonunda ona Ankara'da bir kitap imzalatmayı arabanın içinde giderken başarmıştım. İmza gününde masada hareketsiz otururken başarılamayan bir imzayı, hareket halindeki bir arabanın içinde başarması beni az şoke etmemişti gene doğrusu!.. 


Cihan Demirci'nin Kaleminden...

Aziz Nesin'e Kapak!

Tarih: 23 Nisan 1995... Ankara'da Mülkiyeliler Lokali'nde Can Yücel'in masasında bol rakılı bir gece daha. Kadehler arka arkaya flaş gibi patlıyor. Bizim masamızın biraz ötesindeki bir başka masada da Aziz Nesin usta dostlarıyla oturuyor. 23 Nisan gecesi olduğu için Ankara'da havai fişek gösterisi yapılıyor. Hava fişek gösterisi o kadar yakında yapılıyor olmalı ki, fişekler neredeyse lokalin içinde patlıyor gibi ses yapıyor. 
Can Baba, bir ara rakıya ve küfüre kısa bir ara verip güçlükle ayağa kalktı ve daha Sivas yangınının izlerini üzerinden atamamış Aziz Nesin'in yanına yaklaştı. Aziz ağabeye doğru eğilip herkesin duyacağı gürlükte bir sesle bağırdı: "Ulan Aziz, sırf sen buradasın diye patlatıyorlar bu bombaları haaa!.." 

Cihan Demirci'nin Kaleminden...

Onu En iyi anlatan sözleri...

Can babayla ilgili bir kaç anlatı:

Memleketin hali benim halim,

Öyle bir kabız olmuşum ki

Boğazıma kadar bok içindeyim...


Can Bey, kadınlar hakkında ne düşünüyorsunuz?

Valla ben kadınları düşünmem ki onları zikerim…


UG: Ne o babalık ne anlatıyorsun baytar mısın nesin anlayalım.

CY: Evet baytarım. Var mı bir şikâyetiniz ağrınız sızınız?


Seke seke geldik..

Sike sike gidiyoruz...


Kadınlar doğurdular beni bağıra bağıra

Yine onlar öldürecekler beni aşktan

Bağırta bağırta...


Can Baba birgün demlenirken;

Garson: efendim, ne yersiniz, ne getireyim size?

Bu hoş sohbetinin devamlı bölünmesine sinirlenir Can Baba.

Can Yücel: sabır... Sabır ver bana.

Garson: onu benden değil Allahtan isteyeceksin.

Can Yücel: öyle mi? peki o zaman sen bana bir porsiyon Allah getir.


"vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama

Seni yalnız komak var, o koyuyor adama. "


En uzak mesafe ne Afrika’dır

Ne Çin,

Ne Hindistan,

N seyyareler ne de yıldızlar geceleri ışıldayan...

En uzak mesafe

İki kafa arasındaki mesafedir

Birbirini anlamayan.


Can Baba

Ruhun şad olsun senin gibi gelmedi,

Gelmez bir daha...

Bir Kaç Küçük Anısı...

*Yine bir üniversitede öğrencinin biri sorar:
- neden okudugumuz butun sairler erkek? kadinlardan iyi sair cikmaz mi?
Can Baba cevap verir:
- biz siiri sikimizlemi yaziyoz ne biliim ben..


*Duygu Asena bir panelde Nazım Hikmet için "kartpostal şairi" demiş, söz alan Can Yücel sinirle cevap vermiş:

"Kart sensin postal da sana girsin"

*Can Yücel, bir üniversitedeki sempozyumda, öğrencinin "neden bu kadar çok küfür ediyorsunuz?" sorusuna "küfür, işçi sınıfının ağzındaki çiçektir" demiş. Ne de güzel demiş.


Bizim orada göte "Göt" Derler!

Can Yücel, vakt-i zamanda bir yazısında adamın birisine "göt" dediği için dava açılmış. Mahkemede Can Yücel şu şeyi anlatmış:

bir köyde ateşli bir hasta vardır, kasabaya doktora getirir hastayı köylüler. koca devletin koca doktoruna. doktor hastaya fitil verir ve köye döndükleri gibi hastaya fitili anüsten vermelerini söyler köylülere. köylüler tabi 'tamam dohtor bey' diyip köye giderler. köydeki herkese sorarlar, en bilgelere bile, ama kimse anüs ne demektir bilemez. bu nedenle bir türlü ilacı da veremezler hastaya. hastanın durumu da gitgide kötüleşmektedir. bunun üzerine köylü, doktora, koca devletin koca doktoruna telefon etmeye karar verir ama kimse buna yanaşmaz. ne cüret di mi doktoru arayacak bi köylü. neyse durumun vehameti üzerine muhtar aramayı kabul eder. bütün köylü toplanır santrale, muhtar arar, "biz ne yapacaamızı bilemedik dohtor bey" felan der işte. karşıdan doktor bişiler söyler. muhtar döner, ama arkasına: "makattan verin dedi dohtor" der.
yine tüm köye sorarlar, komşu köylere birilerini yollayıp sordururlar felan, ama makat ne bilen yoktur yine. hasta ise giti gidecek, ateşler içinde kıvranıyo baya.
ihtiyar meclisi toplanır. son çare, doktorun bir kez daha aranmasına karar verilir. yine kimse aramaz istemez doktoru. nihayetinde yine biri kandırılır, telefonun başına geçer, ama bi yandan söylenmektedir: "çok kızacak dohtor çok!" diye.
sonunda telefonu açar, durm anlatır, doktor bişiler söyler yine. telefondaki köylü, yüzü allak bullak, arkasını döner:
"çok kızacak demiştim; götüne sokun dedi"


Yani işin aslı hakim bey "bizim orada göte göt derler"

Cemal Süreya İle Bir Anısı...

Can Yücel ile Cemal Süreyya (Şairimiz) arasında şöyle bir diyalog gelişmiş, tamimiyle gerçek:)

c.y: Ooo... Darphane müdürü de buradaymış...
c.s: Evet darphane müdürlüğü yaptım ama istifa ettiğimde üstümü iyice silkeledim ki hiç altın tozu kalmasın üstümde, hem sen de bakan oğlusun.
c.y: Evet bakan oğluyum ama benim şiirimden başka hiçbir şeyim yok.
c.s: Şiirin varda sanki ele gelir bir şey mi yazdın.
can baba iyiden iyiye sinirlenerek Cemal Süreya'ya şöyle karşılık verir:
c.y: bende senin eline gelecek başka bir şey var, veriyim mi? ister misin?
uzunca bir sessizlikten sonra ortamı yine Cemal Süreya yumuşatır. Cemal Süreya elini ileri doğru uzatarak şöyle der:
c.s: Ver ulan.
Bunun üstüne Can Yücel ayağa kalkar, meyhanedeki kalabalığı hiç umursamadan pantolonun önünü açar ve malafatı çıkarır. Cemal Süraya bir süre baktıktan sonra şöyle der:
c.s: hiç değişmemiş ulan. hala aynı.
Can baba gür bir kahkaha atar ve karşılık verir:
c.y: Değişmez tabii. Niye değişsin ki.